Bret Easton Ellis’in aynı isimli kült romanından beyazperdeye uyarlanan “American Psycho” gösterime girdiği 2000 yılında izleyicileri ikiye bölmüştü. Kimi filmi çok sevip, kült filmler listesinin en üst sıralarına yerleştirirken, kimisi de filmden aynı derecede nefret etmişti. Kitabın yayınlanmasından sonra birçok yerden ölüm tehditleri alan yazar Ellis’e karşı olan öfke ve takdir duygusu ise, filmin gösterime girmesiyle eş zamanlı olarak katlanmaya başlamıştı. Peki neydi American Psycho‘nun bu denli yankı uyandırmasını, kitleleri ikiye bölmesini sağlayan? Filmi, Amerikan toplumunun ve tüketim kültürünün koca bir hicvi olarak görmek yeterli miydi? Sinema eleştirmenleri tarafından fantastik bir seri katil filmi olarak sınıflandırılan American psycho aslında söylenenlerden çok daha fazlasını mı içeriyor?”
Filmin yapımcılarının, romanda çok daha fazla yer alan şiddet ve vahşetin dozunu düşürmek için kadın bir yönetmenle çalışmak istemeleri, onları “I Shot Andy Warhol” filminin yönetmeni Mary Harron’a götürür. (Mary Harron, American Psycho filminden sonra en büyük tepkiyi feministlerden görecektir.) Romanı okuyup filmi izleyenler çok daha iyi bilir ki, roman filme göre oldukça serttir ve filmde göremediğimiz ekstra detaylar da içerir. Bu sebepten film romana göre bir takım eksiklikler içerir ve izleyicinin zihninde bazı şeyleri tamamlamasına olanak tanımaz. Örneğin; romanın üzerinde durduğu aile ve medya ile ilgili konular filmde hiçbir şekilde ele alınmamıştır. Bu gibi eksiklikler filmin alt metnini eksik bırakır.
Patrick Bateman, borsa ile ilgilenen zengin ve bir o kadar da yakışıklı biridir. Bateman, sahip olduğu bu özellikleri kendi vahşi fantezilerine kurbanlar bulmak için kullanır. Oldukça sıradan bir hayata kapılıp gidiyormuş gibi görünen Bateman‘ın hayatının karanlık tarafı ise oldukça derinliklidir. Bateman, insanları sebepsiz yere öldürmekten hoşlanan ve öldürdüğü insanların vücutlarından hatıra olarak aldığı parçaları evinde saklayan bir akıl hastasıdır. Bunu kendisi dışında kimse bilmemektedir.
Film ilk dakikada umut vaat ettiğini bize gösteriyor, daha sonra biraz tempoyu düşürüyor ve bizi algıya açık bir halde bırakıyor… Film tamamıyla karakter analizi üstüne kurulu diyebiliriz, içinde insanları öldürme dürtüsü olan bir adamı anlatıyor, her şeyiyle dünyaya kötü bir taraftan bakıyor, ona karşı tutumlarında her ne olursa olsun insanları öldürmekten çekinmiyor. Hassas, titiz düzenli kendini önemseyen bir karakter diğer gördüğümüz sapıklardan bir farkı yok. Ta ki birini öldürmeden hemen önce onunla giriştiği diyaloglar dışında… Filmin en iyi yönlerinden birisi de Bateman‘in kıvrak zekasını ve olayları algılama kapasitesini muazzam bir şekilde ortaya koyan diyalogları.
Erotizm, cinayet tüm bu duygular onun için iç içe geçiyor, kendini durduramadığı zamanlardan merhametine kadar bir çok duygusuna şahit oluyoruz. Filmin bazı yerlerinde tempo inanılmaz yükseliyor, bazı yerlerinde ise inanılmaz derecede düşüyor. Bu bazı açılardan iyi olsa da tempo dengelenseydi filmin akışı daha iyi aktarılırdı.
Filmin ana karakteri Patrick Bateman, Wall Street’te çalışan genç ve başarılı kişilerin tipik bir örneğidir. Aslında paraya hiç mi hiç ihtiyacı yoktur çünkü babası oldukça zengin bir adamdır. Ama bu yuppie cennetinde huzuru bulan Patrick’e, nişanlısı Evelyn bu durumu hatırlattığında ona verdiği cevap: ‘Düzene uyum sağlamalıyım’ şeklinde olacaktır. Evi gibi vücudu da markaların esiri olmuştur. Ucuz olan hiçbir yemeği yemez, Valentino gibi takım elbiseler favorisidir, Rolex marka saati kolunun daimi bekçisidir, çirkin kadınlardan nefret eder, uyuşturucu konusunda kokainin üstüne tanımaz. Hayatına giren arkadaşları bile birer markadan ibarettir, markası olmayan hiçbir şeye itibar etmez. Herkesin giremeyeceği restoranlar ilk tercihidir, eğer bir kişi Dorsia’da akşam yemeği için yer ayırtabiliyorsa o kişi kesinlikle mükemmeldir. Solaryuma gider, manikür yaptırır; bedeni onun iktidarıdır. Dış görünüş her şeyden daha fazla önemlidir, bedeni üzerindeki performansı asla bitmez. Bedeni dışında takıntılı olduğu ikinci bir konu, kartvizitlerdir. Çünkü Patrick’e göre bir insanın kartviziti onun iktidar statüsüdür. Bu sebeple Paul Allen’ın kartvizitini gördüğünde başı döner, soğuk terler döker ve gözlerinden nefret fışkırır. Kıskançlığı ve hasetliğinin karşısında o kadar çaresizdir ki, diğer yuppie arkadaşlarının kendi kartvizitinden çok Paul Allen’ın kartvizitini beğenmiş olmaları, kendisini değersiz hissettirir ve bunun karşılığında intikam almak ister. Bu nokta filmin, tüketim çılgınlığının bireylerin yeme, içme, giyim, iş, günlük aktivite gibi ilişkilerini nasıl belirlediğini ve manipüle ettiğini belirli toplumsal kabul normları ve davranış kalıpları yaratarak, onları nasıl bireysellikten çıkarıp “şeyleştirdiğini”, “metalaştırdığını”; bariz bir biçimde gözlerimizin önüne serdiği noktadır. Gündüzleri herkes gibi davranan Patrick, geceleri kadınları, dilencileri, hayvanları öldüren, azınlık grupları aşağılayan bir karaktere dönüşmeye başlar. Kendi çevresinde kuramadığı öznelliğini, kendinden aşağı statüde olduğunu düşündüğü insanlar ve canlılar üzerinde uyguladığı şiddet ile kurmaya çalışarak, yitirmeye başladığı kimliğini yeniden kazanmaya başlar. Patrick’e göre bu amaç doğrultusunda gerçekleştireceği her eylem onaylanmıştır. Paul Allen’ı vahşice ve inanılmaz bir soğukkanlılıkla öldürmesinin en büyük sebebi de budur.
American Psycho; iktidara ermek isteyen, beyaz, üst sınıf erkeğin bedenini arzu makinesi olarak kullanarak, kendi kültürel kodlarını ve iktidarını dünyanın her yerine kabul ettirmek isteyen ve bu isteği kabul görmeyince onları vahşice katleden ABD’nin ifşasıdır. Bu yüzden film American Psycho derken “American” kelimesini bir marka değeri olarak ele alarak onu bedensel anlamda yeniden kurgular. Filmin tamamı tarihsel bir alegori olduğu için, tüketim kültürünün eleştirisinden çok daha fazla şeyi açığa çıkarır. Amerikan politikalarının kurguladığı kimlikleri en merkezinden (Wall Street) veren film, Patrick Bateman’ın ağzından tüm dünyaya haykırır: “Bana kral demeni istiyorum!”
American Psycho‘dan nefret eden ya da onu kült mertebesine çıkaran insanların bu kararları neden aldıklarını bilemeyecek olsak da, bilmemiz gereken en önemli şey, bu filmin devasa bir ifşa yeteneğine sahip olduğudur. Filmin kült bir noktada durmasının sebebi ise, ortada duran koca bir gerçekliği yüzümüze yüzümüze bağırmasıdır.